Thursday, December 13, 2007

Frau Doll's Foreplay

Edgar Allan Poe: Transparan hikayelerdeki yüzeysel kahraman, boşlukta asılı opium yaprakları, nekrofajik yalnızlığın gotik kurbanı.

Morrissey: Hayat yabancısı..."Yaşam bir domuz ağılıdır!"

Heathcliff: Şeytanın raksından süzülen tutkulu hayalet.

Erika Kohut: Oidipal müzik kutusu.

Virginia Woolf: Cepleri taşla dolu, anti viktoryen..."Bayan sizi acılarınız için seviyorum, sanatınız için değil!"

David Lynch: Mephistopheles'e kulaklarını satmış tiz pan!

Sylvia Plath: Reankarne ikizim, intihar kadın..."Bir bardak soğuk süt ve ev yapımı kurabiyeler"

George Costanza: Stone Age'nin taş duvarlarında asılı bir çift siyah deri eldiven, zehirli mürekkeple yazılmış nikah davetiyeleri...

Old Christine: Acımasız ve muzır kadın, turnusol kağıdına batırılmış asidik ruh eşim..

Eraserhead: Eye linerle peteksi dokunun mantık evliliğinden olma piç!

Bela Lugosi: Bauhaus'un 'undead' ninnisindeki yapayalnız vamp erkek!

Rob Zombie: Toprağı üstünde, meşum, kara zararlısı..

Alfred Hitchcock: İçine girdiği hapisaneden yaldızlı tabutlar çıkaran taksidermist, "kuş adam"!

Giovanni Scognamillo: Avuç içlerinde pentagram taşıyan necromancer, bir İstanbul efsanesi...

Jesus Franco: Lezbiyen gece kulübü işgalcisi, can-can kızlarının tülden kuyruğu, vajinal zumlara müdavim, arlanmaz fetişist, "müstehzi müstehcen".

Ian Curtis: Epileptik şair, kontrolsüzlüğünde tepinip duran "sahne" cinlerine karşı kaskatı, yapayalnız bir körpe...intihar sempatizanı dilemma!

Richey James Edwards: "Kanlı Antimedyatik Eylem" adamı, sırra kadem basmış, bir varmış bir yokmuş...

Nermin: Hayat masasında iki tur okey dönen, hayatı kendine nasıl dar edersinin ete kemiğe bürünmüş hali, aklı selim, vicdanı hür dişisi, terütaze zihninin alışkanlıklardan ırak analitik antisosyalliğinde kaybolmuş medenisi..."Kendisi pratisyen rasathane olarak çalışıyor."

Asia Argento: Kedi familyasının yırtıcı mensubu, masculine bekaretin şehvani ikonası, kanlı ideadiva, keskin zeka soyuna zarar, itinayla koltuk altı yalanır.

Kathleen Hanna: Riot kızzz(gın), Bikini Kasabası katili, Heterodox hanımın kızışık düşleri!

Ugly Shyla: Krem rengi, French made bir elbisenin içinde yaşayan mavi saçlı trol. Göz bebeklerini şeytana satınca kısır kaldı. O gün bugündür surreal döller boyayıp satıyor.

Alucarda: Tepetaklak olmuş çıplak bedenlerden mütevellit, alegorik Haxan ayininin medieval esrimesi. "Kiss Satan's ass and spit the fucking cross!"

Yendri: Her gün öğle vakti füme rengi lityum çiçekler topladığı parkta, dantel şemsiyesinden süzülen güneş ışığını fark etmeden piknik yapıyor. Üç kere "evil girl with flowers in hair" diye çağırılırsa ağaçlardan düşen maggotların arasında, bir görünüp bir kayboluyor...

Miss Kittin: Mrrrağrur kedicik!... O kibar ellerinize mutfak bıçağı ne de çok yakışıyor! Misanthropic misiniz?

Frida Kahlo: Herkesin bir hayvan cini varmış. Frida'nınki boğa.

The Gutter Twins: "Ölü doğmuş yapışık ikizlerin tek göbek deliğinden süzülen duygusal zehir, Satürn'un mabedindeki oluklardan, zayıf ve susamış insanların gırtlaklarına akar" diye yazar hikayeciler.

Sopor Aeternus: Doğa ananın gölgeler korosunda sakladığı tek oğlu, töresel siyah bir ağıtla uğurlanan kurşuni tülbentlere sarılı ceset... Ruhuna sanatoria!

Lord Henry Wotton: Güzellik tek gerçektir!

Mary Shelley: Bir Villa Diodati gecesinde, en bayağı zevklerini tatmin etmek üzere bir araya gelmiş dört insandan, yalnızca o karanlığa bir çocuk armağan etti. Böylece sıradanlığın kutsadığı şizoid anne, gerçek dünyada ve hayallerinde eş zamanlı var oldu. Mary'nin unutmak için uyuduğunu sananlar Dr. Frankenstein ve canavardan habersizler.

L: Death Note's diary "l"ove! Kara kaplı defterin şeker bağımlısı kamburu... Ka"l"p krizi!

Trent Reznor: Tedirgin şair/savaşçı. Kafasının içindeki sesleri susturmak için 9 inçlik çiviler kullanıyor!

Hermione Granger: Elinde asasıyla çölleri aşan bir bilge ve bir insanın muggle'ı... Hermione'nin Frau Doll'e hayatta kalmak için önerileri: 1. Bunları yap: Dik kafalı, tutkulu, iyi, hassas, güçlü, çözümleyici, bilgili, dramatik ol! 2. Bunları yapma: Garantici, yalancı, pasif, kötü, sahte, kendine karşı sorumsuz, aşırı dramatik olma!.. "I love nerds"

Eloise: Eloise'in bileşenleri: Bir paket sigara, bir adet kitap ya da bilfiil bir sahaf, gölgeler, gürültüler, donuk bakışlı baykuşlar, Tom Tom'un koşulsuz aşkı, intiharlar, yüzyıllık yalnızlık, hi-tech insomnia, peyk-i aşk, sarmaşık, ışık, şık!

Severus Snape: Son derece beylik bir tarifle "karanlık taraftaki iyi ve güçlü adam" da diyebiliriz kendisine; Felix Felicis de. Krokant gibi dışı siyah, içi beyaz her şeyle ifade edilebilir pek tabi ki de... Ters gölge oyunu; bir parça ışığı, siyah bir perdeden yansıtmaya çalışmaktır.

Billy Brown: I'll be what I am, solitary man.

Caco: Çapraz yüzlü Hispanik, matem kutularını çatlatan tiz sesli çingene, kırılan şarap kadehlerinin zikri, hasmın kanlı bıçağındaki tatlı intihar. "Acı bana. Biraz olsun. Nasıl kıvranıyorum görüyorsun. Birazcık yardımcı ol." Duyuyor musun beyaz kilisenin yaşaran gözlerini?

Jerry Black: Hiç var olmamış bir şey aranmaz deseler de, sen kulağındaki sesleri dinle. Söz kurşunsa sükut bir benzin istasyonunda verilen candır.

Russell Edington: Köpek kral. "Love is a dog from hell"

Lionel Sweeney: Kürklü lunapark. Yamyassı insanların hayalleri yoktur, onlar asla çatı katlarına çıkmazlar.

Musa: "Ama ruhum hala bomboştu."

Laura Brown: Çocuğunu istemeyen, onu bırakıp giden bir anne çok kötü bir annedir değil mi? Anne olarak kalmak istemiyorsan kendini öldürmene gerek yok, sadece terk etmelisin. Çünkü bütün çocuklar annelerinin bir gün onları terk edeceği korkusuyla yaşarlar.

Musa Rami: Sokakların ağır valsinde zarif hareketleriyle ölçüyü taşıran ve ardında kurşunu isabet etmeyen ölümler bırakan histrionik polis.

Gil: Gergedan.

Irina Spalko: Bilgiyi kristale tercih eden domestik. Terk ederken hiçbir yere gidiyor. Kafasındakilere bir daha asla ulaşılamayacak. Big bang!

Driver: Naif ve aynı zamanda psikopat. Kanlı ayakkabılar, deri eldivenler, sarı akrep işlemeli mont ve Nightcall.

Laura Brown: O, çocuğundan vazgeçecek kadar cesur bir kadındı. Laura bencilliği seçti.

Max: Kuduralım!

Ghost World

Tarot'taki Kılıç Sekizlisi gibi... Gnostik, kabbalistik.
Ayakları çamur içinde, elleri arkadan bağlı, gözleri bantlanmış, kılıç hapsine alınmış bir kadın!
Ya da...
Issız bir vadide durmuş bekliyor
gidecek yeri yok, her yer aynı.. Labirent aksi...
Bir parça gözyaşı, kalbe yapılan işkence.
Exeter Dükünün Kızı
Göğüs Sökücü
Ya içindeki derinlikte boğulursa?
Ağır depresyonuna yok çare
her gün biraz daha acıtarak... Yıkıcı, hiddetli, ağrılı,
la pianiste!
Unufak edilmiş histeri, çoktan unutulmuş akaşik arzular
geceleri şehvetin düş ağında, bordo soğukluk
bir inilti gibi
ya da
kapının altından sızak ışık
ürküyor!

Friday, December 07, 2007

Sim+Signal+Silver

"I wish the goblins would come and take you away... Right now!" Labyrinth

Bir cin karnavalında görmüş beni,
sıradan huzursuzluğuma aldırmadan.
Gözlerine baksanız
başarısız.
Grotesk tanrılara benziyor yüzü
çirkin, çarpıcı.
HP Lovecraft romanından fırlamış,
Abdul Alhazred sanki...
Asortik bir duruş: kibirli Necronomicon.
Yine de, çok üzdüğünde beni,
yitmesini istiyorum
çim yeşili bir bahar vakti
bir Pagan ayininde,
putperest kahkahalar gibi
hiçliğe...

Sunday, November 11, 2007

Gözyaşı Şişesi

Bir Alenxandre Dumas romanındayım, Monte Cristo Kontu belki, Chateau d'If'te...
Dalga sesleri ve taş duvarlar arasında.
Yüzümde ağır, demirden, kanlı bir maske
Ancak çığlıklar kesildiğinde,
sana olan aşkımı pelür bir kağıda yazıp mum alevine tuttum.
Hiçbir şey okunmuyordu... Tüy kalem, kırmızı mürekkep, saten çarşaf, uyku...
Rüyalarım, evimizin önündeki böğürtlen çalısına saklanmak gibi.
Nefesin, Fransa'da sık ağaçlı orman kokuyor.
Yatak zamanı sütü gibi tenin.
Seni görmediğimi sanıyorsun ama gördüm!
Seni görmek pembe elyaftan bir yastığa başımı koymak gibiydi.
Cthulhu efsanesi,
Aisopos masalı,
akşam üstü alınan az miktarda opiumun tesiri,
buhurdanlıklardan sızan nazar otu kokusu.
Ay vakti sevişmelerimizi hatırlıyorum.
Şehvetlendiğinde ağzının salgıladığı sıvıda boğulmak istiyorum.
Biraz absinthe, biraz arsenik... Son gecemiz...
Lilith teninde leylaklar,
dudağında bir öpücük,
ellerinde saçlarımın tortusu... Katalepsi!
Sana olan aşkımı derin, mavi bir suya yazıp okyanusa gömdüm.
Artık her gece hücremde aryalarını dinliyorum.
Sesini duymak, kilikste sunulan yaz vakti sorbeleri gibi.
Suare...

Red Musk

Tavan arasında duran paslı bir beşik...
çatlamış aynalar, taşlı saç tokaları ve kocaman bir marun sandık.
Dinmeyen bir arya kalbimin her atışında, ritmik!
Çocukluğumu hatırlamıyorum Fairy Tale.
İlk sevgilim tarladaki bir korkuluktu, saçları samandan, gözleri düğmeden...
Son sevgilimi öldürdüm... Zamanla, acıtmadan!
Aramıza soğukluk soktum, onu soğuklukla aldattım.
Soğuk bir naneli limonata, soğuk bir et parçası, soğuk bir kadın, cam gibi...
Baharatlı bir tütsü yakıp sevişirdik sıcak şarap eşliğinde.
Dinmeyen bir Hint ezgisi şehvetin doruklarında, ılık!
Fakat nolduysa o zaman oldu işte, yanlış kimya!
"I ask distance"
Majik bir yok oluş iyi gelirdi bana.
Yoksa çıkamıyorum tenden.
Firketelerle tutturulmuş tenim kaybının korkusuna ve hırsız gülümsemesine.
Biraz Belgin Doruk olsam, o da biraz Ayhan Işık...
Son yalnızlığımın çiçekli kapısından geçer gibiyim.
Ben azıcık ona veda eder gibiyim.
Buharda kaynayan çaydanlık dolusu yeşil çay.
Hep pencereden dışarıya bakan yeşil gözler, kolalı dantel yaka...
Dinmeyen bir Türk musikisi boşluğun derinlerinde, tok!

Vantrilok Bebek

"Dönülmez akşamın ufkundayız.
Vakit çok geç.
Bu son fasıldı, ey ömrüm!
Nasıl geçersen geç."
Yavaş, ağır ve sessiz...
Sanki içinden konuşuyormuş gibi ama tahtadan bebeklerin arkasına saklanarak
saklambaç...
Çilekli mum, tarçın kabukları ve kurutulmuş elmalar...
Kokusu ele veriyor kimliğini...
Bildiği şeyleri onun varlığında unutmak isterken, onun ellerine döktüğü gül çalılarında halüsinatif bir gerçeklik, gerçekliğin uyku halini buluyor.
Burası da değil... Daha varmadık mı?
Kapat gözlerini ve bekle vantrilok bebek.
Kelt kadını ve Kybele...
Naftalinsiz prenslere şeytan işer...
Eskirler...
İstediğin bu da değilse...
Kapat işte gözlerini!
Hayatın aşılamaz siyah tülleri var... Metalden tüller... Ötesini merak edersen ayakların kanar...
Sırtına yüklerini al ve olduğun yerde kal... Sana kendi kurallarını dikte edenlere karşı vantrilok bebeksin... Boncuklarını eteklerinde sakla ve yaban mersinlerinden uzak dur...
Ölürsün!
Cildin kuruduğunda, kavradığında dudakların ve buruştuğunda tenin...
Anlarsın!

O'nun Gizi

Safra, likit, tüy, irin, kan, yara, toprak kokusu...
Dinmek bilmiyor ruhumdan içeri
bedenimi yalayıp geçen sessiz bir vermut oluyor var oluşun dili.
Bir çikolatanın akışkanlığında sıcak, zararlı ve yanıltıcı
sesi dinlendirmekten uzak, parçalıyor gibi elleri.
Bükülüp kıvrılan bir su yılanı, ellerinde binlerce parmak olan karaorman cini.
Korkup kapattıkça bedenimi, önüm arkam sağım solum sobe!
Eski bir İstanbul mahallesinde gömülü o kızın kalbi
taştan ama kırılgan
ve yalnızca yalnızlığı düşleyecek kadar kararlı.
Umut, şüphe, kıskançlık, kin, nefret, hırçınlık, sinir, acıma...
Asılıyor dimağımdan aşağı
simli bir iple.
Çaresizliğin cadı tuzakları var.
Dinlemiyor,
yeniden yazamayacak kadar kalemsiz kalsa da!
Keder tutkunu...
Siyah, tuz ve ten
Cam kaplarda erittiği mor menekşelerden mürekkep yapıyor yazmak için yeniden hayatı
ve susuyor
çevresindeki ateşten çember karşısında
kibritini arkasında gizlerken bile!

Wednesday, August 15, 2007

Rosemary's Body

Çok kötü bir karakter oyuncusu gibi duruyorum hayatta.
Annem küçükken saklanırdı benden hep.
Bir parça terk edilmek gibi tüm saklambaçlar.
Yalnızlık beni sobelediğinde;
hep çarpılır yüzüm,
dudaklarımda bir
Prenses Diana gülümsemesiyle...

Sunday, April 15, 2007

Yaralı Kalpler Lokali

Kalabalık mekanlarda kendini yalnızlaştırdığın her köşe, tuhaf ama ürkütücü olmayan karanlıklar, kafanda yarattığın olmayan ülkeler, sahiplendiğin bir müzik, şarkı sözü ya da film sahnesi senin lokalindir.

Biraz hırçınsan biraz da acı artıkları varsa kalbinin dibinde ve sen hala ara sıra aynaya vuran ışığın yarattığı anlık parlaklık gibi kalbinden bir acı yansımasının geçtiğini fakat kalbini delip geçtiğini hissediyorsan, hele bir de kafanda milyonlarca kez planladığın fakat her defasında şiddeti biraz daha azalan bir intikam planın varsa, yanına kar kalanın hep ölüm olduğunu düşünüyorsan ve düşlüyorsan ölümü; bu senin yarandır.

Hiç iyileşmeyeceksindir ve aslında çocukluğundan beri böylesindir. Biraz kırık, biraz huzursuz ve asla tam olamayacak birazlar içinde yaralıdır kalbin. Evet, bedenine sahip çıkamasan da yaralı bir kalbin vardır bilirsin, hissedersin bunu ve böyleleriyle bakışır geçersin kalabalıklarda...

Saturday, March 24, 2007

Siyah Beyaz Kilise

Demir kalbinin kızıl tohumları açmış,
gün geceye sunarken bedenini.
Hayatının tepesinde
ölümün muskası bir çan çalar
ve göğe yükselen İsa değil,
bıçağın ucudur artık.
Toprak kokusu kana karışırken
kilisenin bahçesinde,
her yudumu içilmiş bir şaraptır
önünde dikildiğin bu ömür.