Tuesday, November 22, 2016

İki tarafım birbiriyle konuşuyor...

Andre: Bir hayat görüşü var. Hasidik Musevilerin inançlarından bahsediyor. Her şeyin içinde ruhlar bağlıdır diyorlar. Senin içinde bağlılar. Benim içimde bağlılar. Bu masanın içinde ruhlar bağlı. Ve dua ettiğin zaman, bu embriyoya benzeyen ruhlar özgür kalıyorlar. Ve hayatımızda yaptığımız her eylem ister iş yapmak olsun, ister sevişmek olsun veya yemek yememiz olsun, her ne olursa yaptığımız her eylemimiz bir dua, bir dinsel tören olmalı dünyada. Sen bu şekilde yaşadığımızı düşünüyor musun? Neden bu şeklide yaşamıyoruz sence? Bence her gün neler yaptığımızı gerçekten görmemize izin verseydik, bunun iğrenç olduğunu fark ederdik.

Andre: Çok enteresan Wally. Batı Tibet, Ladakh'a gitmiştim ve orada bir çiftlikte, bir ay kadar kalmıştım. Akşam saatlerinde insanlar çay içmeye gelirlerdi ve kimse konuşmazdı. Tabi söyleyecekleri bir şey yoksa. Ama neredeyse hiç olmazdı. Orada öylece oturur, çaylarını içerlerdi ve bu onları hiç rahatsız etmezdi. Problem şu Wally, sürekli hareketli olup bir şeyler yapılabilir ama bence bu tarz şeyleri yaparken bile kişinin aslında içi ölmüş olabilir. Bütün bu işleri gerçekleştiriyorsun ama bunları yaparken bir dürtü mü hissediyorsun yoksa evvelden konuştuğumuz gibi mekanik bir şekilde mi yapıyorsun? Çünkü bunları mekanik bir biçimde yapıyorsan gerçekten yaşamını değiştirmen gerektiğini düşünüyorum. Hani bilirsin, gençken sürekli birileriyle randevuya çıkarsın. Dansa filan gidersin. Özgürce dolanırsın. Ve sonra bir gün kendini bir ilişkinin içerisinde bulursun ve birden her şey donar. Bu işin için de geçerlidir. Demek istediğim -tabi için gerçekten yaşıyorsa zaten bir sorun yok demektir- küçük bir odada birisiyle beraber yaşıyorsan ve birlikte yaşadığın kişiyle aranızda bir yaşam paylaşılıyorsa, o odada başlı başına bir macera yaşanıyor olabilir. Ama her zaman "şeylerin" ölme tehlikesi vardır. Öyle olursa da, Kerouac gibi aylak filan olup yollara düşmek gerektiğini düşünüyorum. Buna gerçekten inanıyorum. Biliyor musun, hayatını yollarda geçirmek o kadar da güzel değil. Benim öncelikli tercihim, yapabiliyorsan o odada kalmaktır. Ama birisiyle çok uzun süre beraber olduğunda, hani insanlar "tabii artık eskisi kadar müthiş değil ama böyle olması da doğal" derler. "Romantizmin ilk mahcubiyeti gitti ve böyle de olmak zorundaydı." Buna kesinlikle katılmıyorum. Ama kendine daima, açık yüreklilikle şu soruyu sorman gerektiğine inanıyorum: Evliliğin halen bir evlilik mi? O kutsallığı halen barındırıyor mu? Tıpkı yaptığın işteki kutsallığı sorgulaman gerektiği gibi. Halen orada mı? Bu çok korkutucu bir şey Wally. Birden fark ediyorsun ki, tanrım, ben hayatımı yaşadığımı sanıyordum. Oysa insan bile değilmişim. Oyuncu olmuşum. Yaşamamışım. Yaşarmış gibi yapmışım. Baba rolünü oynamışım. Koca rolünü oynamışım. Arkadaş rolünü oynamışım. Yazar, yönetmen ya da her neysem o rolü oynamışım. Bu insanla aynı odada yaşamışım ama onu gerçekten görmemişim. Gerçekten işitmemişim. Gerçekten beraber olmamışım.

Wally: Biliyorum, bazı insanlar kimi zaman sadece yan yanadırlar. İçlerinden birisinin suratı, birden büyük bir kurt suratına dönüşse öbürü bunu fark etmez bile.

Andre: Bir süre önce İsrail'deydim. Yanımda Chiquita'nın bir fotoğrafı vardı, her zaman beraberimde taşırdım. Fotoğraf çekildiğinde 26 yaşlarında filandı. Yaz mevsimiydi, üzerinde yukarıya toplanmış eski moda uzun bir etekle terasta uzanmıştı. Zayıf, hisli ve güzeldi. Hep bu fotoğrafa bakar ve ne kadar çekici göründüğünü düşünürdüm. Ama geçen sene İsrail'de bu fotoğrafa baktığımda fotoğraftaki yüzün, dünyadaki en mutsuz yüz olduğunu fark ettim. O zamanlardaki kız yitik, yalnız ve üzgündü. Bu fotoğrafı yıllarca yanımda taşımıştım ve ne olduğunu hiç fark etmemiştim bile. Fotoğrafa hiç gerçekten bakmamışım. Ve bir anda fark ettim ki, çok olağanüstü haller dışında hiçbir şey hissetmeden 18 sene geçirmişim. Bir yere kadar işimle yaşayabilme kabiliyetim halen vardı. Bu yüzden işime bu kadar bağımlıydım. Bu yüzden her sahneye koyduğum oyun benim için ölüm kalım meselesi oldu. Ama gerçek yaşamımda, ölmüştüm. Bir robottum. Öfkelenmeme veya sinirlenmeme bile müsaade etmiyordum. Yani artık bugün Chiquita, Nicolas, Marina... Tüm gün boyunca diğer insanlar gibi, beni sinirlendiren şeyler yapıyorlar, konuşuyorlar. Ve artık sinirlenebiliyorum. "Niye sinirleniyorsun?" diye soruyorlar. "Çünkü sinir bozucusun" diyorum. Kendime, ömrümün kalanını Chiquita ile beraber geçirememe ihtimalimin olduğunu düşünmeme izin verdiğimde fark ettim ki, hayatta en çok istediğim şey onunla beraber olmaktı. Ama o sırada, başka bir insanoğluna tepki vermenin nasıl bir şey olduğunu öğrenmemiştim. Ve eğer başka bir insana tepki veremiyorsan eylem veya etkileşim ihtimali de olmuyor. Bu da olmuyorsa, o zaman "aşk" kelimesinin görev, mecburiyet, hassasiyet ve korku haricinde bir anlamını bilmiyorumdur. Yani seni bilemem Wally ama ben insan olmayı öğrenmek için kendimi bir nevi antrenman programına soktum. Nasıl bir şeyler hissedebiliyordum? Nelerden hoşlanırdım? Nasıl insanlarla birlikte olmak isterim? Anlatabildim mi? Bunu öğrenebilmem için tek yolun, tüm sesleri kesmek ve sürekli rol yapmayı bırakmak olduğunu düşündüm ve içimdeki sese kulak verdim. Bunu yapman gerektiği bir an geliyor sanırım. Belki belli bir sırada yapılmalıdır, önce Sahra'ya gitmelisindir. Belki evde de yapabilirsin. Ama sesleri susturman gerekiyor.

https://eksisozluk.com/entry/62539571

Çölde Çay

Kum rengi bir hava
karşılıyor bizi
ve Enigma.
Her şey neşeli bir ağıt.
Binlerce küçük pencereli binanın
alacalı ışıkların
içinden geçiyoruz
Kahire'ye varmak için.
Piramit manzaralı
küçük bir oda
Isis'in kanatları altında.
Uyku kum tanrısının işi
Mısır'da.
Enter sandman.
Gece otantik bir film sahnesi.
Oyuncular;
Stella
haşhaş
Mışmış.
Uykuya dalarken bedenler
scarab'lar yürüyor
taş duvarlarda.
Ve kimbilir daha neler oluyor
bizim bilmediğimiz.
Eski Kahire,
çizilmiş gibi uzanıyor önümüzde
papirüse.
Han el-Halili'nin ışıkları
mini tanrılar
renkli pullar
yüzükler, ziller, sesler...
Sokakların keyifli sakinleri.
El Lord sert yap kahvemi.
Ümmü Gülsüm - Enta Omri
İlk akşamın menüsünde ne var?
Sarımsaklı ve domatesli koshari.
27 Ekim 2016
Ölüler şehrini bulduk
Giza'da
bizden gizlense de.
Günlerden doğum günü,
piramitlerin tavafı
ve ölümsüzlüğün formülü
Evelyn O'Connell tarafından.
Firavunlar uyuyor,
Keops'un zulalarında,
her piramit bir prizma.
Güneş'in ışığı yansıyor
develerin yüzüne
Kefren ve hileyle.
Bir Sphinx miyav dedi,
minik kedi kükredi.
Çöl havası bize çok iyi geldi.
Nereden geliyor bu koku?
Üzüm aromalı sisha,
nane yapraklı çay,
yaş 35.
Mumyaya dönüşüyorum
ve mutluyum.
Zamalek'te kutlansın bu,
Gezira Adası'nda,
medeniyetin doğduğu yerden
medeni durumu alkole
Sakara Gold'la nice senelere!
Uber danslar eşliğinde
Mısır Müzesi'nde
Ra'nın gözü üstümüzde.
Stargate'den geçip
zaman değiştiriyoruz
artık
antik
Mısırlıyız
firavunun laneti üstümüzde.
Kendime tabut seçiyorum
Imhotep'in sakalını okşayıp
Nefertiti'yi öpüyorum
şifa niyetine.
Tut beni mabedinde
altın renkli asa
mum
yala
kumul
kımıl
da
diril!
Boris Karloff aşkına!
Atıyoruz kendimizi
ya da ruhumuzdan
geriye kalanları
Tahrir Meydanı'na.
Felfela
falafel
biraz da pita
ellerimde ve ağzımda.
Bir duman kaplamış sokakları
Arabik bir koku bu,
bir dilek
ağır ve baharatlı.
Sürüyorum boynuma
Hareem Nights'ı
buhur suyu
buyur ediyor aşkı.
Ve melekler sevişiyor
cehennemin odalarında
halı kaplı.
Piramitlerde ışık ve ses şovu
kalbimizde teslimiyet.
Ve güneşi batırıyor Hathor,
Nil'in üstünde,
yeniden doğana dek
boynuzlarında.