Richard Linklater: Uzun yürüyüşler, felsefi diyaloglar, aşkın ve hayatın en gerçeği. Sen tanıdığım en hayat dolu bir bilgesin.
Jessica Lange: Beni hayata, senin gözyaşların ve olaylara verdiğin doğal tepkiler döndürdü. Sen o parmağını bana doğru uzatıp konuştukça, ben burada gerçekliğime kavuştum.
Mme Proust: Kafa yapan otlarla uğraşan, yaşama kök salmış, rengahenk bir otacı. Dostluğun anılarımı güzelleştirdi.
Fernando Pessoa: Seni karanlığından öpüyorum. Bir yerlerde, benim ruhumun içinden, benim hayatımı yaşamış bir adam var.
Dad About Time: Seninle, zamanın birinde mutlaka buluşacağız. Sen deniz kenarındaki odanda yeni kitaplarını okuyor olacaksın. Zaten zaman yolculuğuna da daha fazla kitap okumak için çıkmamış mıydın? Ve ben ansızın geldiğimde, bana o komik hikayelerinden birini anlatacaksın. Fonda Nick Cave çalıyor olacak. Son bir kez sahilde yürüyüş yapalım mı dediğinde saatler duracak. Ben hep 10 yaşında, sen hiç ölmemiş gibi.
Nick Cave: Bir deniz canavarının kamburu gibi apansız ortaya çıkan ve sonra tekrar yok olan gerçeklerin avcısı. Kelimeleri, köleleştirdiği ejderhaların üzerine cila yapar. Performansı, kara büyücüleri kıskandırır.
Norma Desmond: Yüzüğünün ucuna takıp içtiği sigarası, leopar kaplı ruhu ve Akrep gururuyla ben oyum. O ben. Daima genç, daima güzel, daima sahnede.
Sion Sono: Soğuk balık.
Tyrion Lannister: Ucubeliğini kendine zırh yapmış bilge. Ömer Hayyam'ın yarım reenkarnasyonu. Bir bu kadar da cehennemde var.
Vanessa Ives: Hepimizin şeytanları var.
M. Gustave: Dünya zaten çoktan beridir kötü bir yer. Fakat bazı insanlar olağanüstü bir zariflikle bizi dünyanın güzel olduğuna inandırmayı başarıyorlar.
Jay Gatsby, Old Sport: They're a rotten crowd. You're worth the whole damn bunch put together.