Wednesday, December 21, 2016

Aziyade

Sultanahmet'in dehlizlerinde
Aziyade
fresk tanrıça
yaşlı bir karga
suyun üstünde yürüyor
bir sarnıcın ortasında
haşmetli Medusa.
Karanlık piyano 
sözlerini sadece 
şeytanların bildiği
sultanların mezarı
bir şarkının ortasında.
Gümüş sızıyor
sütunlardan yüzüne
Aziyade 
mozaik cadı
yaşlı bir kedi
ana rahminde uyuyor
Ortodoks bir yağmur yağıyor üstüne.
Bir zamanlar kraliçesiydi Bizans'ın
kule dibinde.

Sukkubus



Tuesday, December 13, 2016

Black Metal

Planşet Yaka

İnsanlar ölüyor,
mekanlar kapanıyor,
hikayeler bitiyor.
Yaşadıklarımız şimdi
sadece tarih.
Bir sufi rüyası.
Hayatımız gayriciddi,
yolculuklarımız geçici.
Bugün varız,
yarın mucize yapı taşı.
Sen bir sihirle doğdun,
şimdi onu kaybetmekte olduğunu görüyorum.
Sıra dışı bir şey yap.
Aşık ol
yarattığın
kendine
yeniden
Modern Promethe.
Hiçbir şeyi ciddiye almıyor
ve sizi koşulsuzca bağışlıyorum.
Huzur bulun.

Tuesday, December 06, 2016

Tuesday, November 22, 2016

İki tarafım birbiriyle konuşuyor...

Andre: Bir hayat görüşü var. Hasidik Musevilerin inançlarından bahsediyor. Her şeyin içinde ruhlar bağlıdır diyorlar. Senin içinde bağlılar. Benim içimde bağlılar. Bu masanın içinde ruhlar bağlı. Ve dua ettiğin zaman, bu embriyoya benzeyen ruhlar özgür kalıyorlar. Ve hayatımızda yaptığımız her eylem ister iş yapmak olsun, ister sevişmek olsun veya yemek yememiz olsun, her ne olursa yaptığımız her eylemimiz bir dua, bir dinsel tören olmalı dünyada. Sen bu şekilde yaşadığımızı düşünüyor musun? Neden bu şeklide yaşamıyoruz sence? Bence her gün neler yaptığımızı gerçekten görmemize izin verseydik, bunun iğrenç olduğunu fark ederdik.

Andre: Çok enteresan Wally. Batı Tibet, Ladakh'a gitmiştim ve orada bir çiftlikte, bir ay kadar kalmıştım. Akşam saatlerinde insanlar çay içmeye gelirlerdi ve kimse konuşmazdı. Tabi söyleyecekleri bir şey yoksa. Ama neredeyse hiç olmazdı. Orada öylece oturur, çaylarını içerlerdi ve bu onları hiç rahatsız etmezdi. Problem şu Wally, sürekli hareketli olup bir şeyler yapılabilir ama bence bu tarz şeyleri yaparken bile kişinin aslında içi ölmüş olabilir. Bütün bu işleri gerçekleştiriyorsun ama bunları yaparken bir dürtü mü hissediyorsun yoksa evvelden konuştuğumuz gibi mekanik bir şekilde mi yapıyorsun? Çünkü bunları mekanik bir biçimde yapıyorsan gerçekten yaşamını değiştirmen gerektiğini düşünüyorum. Hani bilirsin, gençken sürekli birileriyle randevuya çıkarsın. Dansa filan gidersin. Özgürce dolanırsın. Ve sonra bir gün kendini bir ilişkinin içerisinde bulursun ve birden her şey donar. Bu işin için de geçerlidir. Demek istediğim -tabi için gerçekten yaşıyorsa zaten bir sorun yok demektir- küçük bir odada birisiyle beraber yaşıyorsan ve birlikte yaşadığın kişiyle aranızda bir yaşam paylaşılıyorsa, o odada başlı başına bir macera yaşanıyor olabilir. Ama her zaman "şeylerin" ölme tehlikesi vardır. Öyle olursa da, Kerouac gibi aylak filan olup yollara düşmek gerektiğini düşünüyorum. Buna gerçekten inanıyorum. Biliyor musun, hayatını yollarda geçirmek o kadar da güzel değil. Benim öncelikli tercihim, yapabiliyorsan o odada kalmaktır. Ama birisiyle çok uzun süre beraber olduğunda, hani insanlar "tabii artık eskisi kadar müthiş değil ama böyle olması da doğal" derler. "Romantizmin ilk mahcubiyeti gitti ve böyle de olmak zorundaydı." Buna kesinlikle katılmıyorum. Ama kendine daima, açık yüreklilikle şu soruyu sorman gerektiğine inanıyorum: Evliliğin halen bir evlilik mi? O kutsallığı halen barındırıyor mu? Tıpkı yaptığın işteki kutsallığı sorgulaman gerektiği gibi. Halen orada mı? Bu çok korkutucu bir şey Wally. Birden fark ediyorsun ki, tanrım, ben hayatımı yaşadığımı sanıyordum. Oysa insan bile değilmişim. Oyuncu olmuşum. Yaşamamışım. Yaşarmış gibi yapmışım. Baba rolünü oynamışım. Koca rolünü oynamışım. Arkadaş rolünü oynamışım. Yazar, yönetmen ya da her neysem o rolü oynamışım. Bu insanla aynı odada yaşamışım ama onu gerçekten görmemişim. Gerçekten işitmemişim. Gerçekten beraber olmamışım.

Wally: Biliyorum, bazı insanlar kimi zaman sadece yan yanadırlar. İçlerinden birisinin suratı, birden büyük bir kurt suratına dönüşse öbürü bunu fark etmez bile.

Andre: Bir süre önce İsrail'deydim. Yanımda Chiquita'nın bir fotoğrafı vardı, her zaman beraberimde taşırdım. Fotoğraf çekildiğinde 26 yaşlarında filandı. Yaz mevsimiydi, üzerinde yukarıya toplanmış eski moda uzun bir etekle terasta uzanmıştı. Zayıf, hisli ve güzeldi. Hep bu fotoğrafa bakar ve ne kadar çekici göründüğünü düşünürdüm. Ama geçen sene İsrail'de bu fotoğrafa baktığımda fotoğraftaki yüzün, dünyadaki en mutsuz yüz olduğunu fark ettim. O zamanlardaki kız yitik, yalnız ve üzgündü. Bu fotoğrafı yıllarca yanımda taşımıştım ve ne olduğunu hiç fark etmemiştim bile. Fotoğrafa hiç gerçekten bakmamışım. Ve bir anda fark ettim ki, çok olağanüstü haller dışında hiçbir şey hissetmeden 18 sene geçirmişim. Bir yere kadar işimle yaşayabilme kabiliyetim halen vardı. Bu yüzden işime bu kadar bağımlıydım. Bu yüzden her sahneye koyduğum oyun benim için ölüm kalım meselesi oldu. Ama gerçek yaşamımda, ölmüştüm. Bir robottum. Öfkelenmeme veya sinirlenmeme bile müsaade etmiyordum. Yani artık bugün Chiquita, Nicolas, Marina... Tüm gün boyunca diğer insanlar gibi, beni sinirlendiren şeyler yapıyorlar, konuşuyorlar. Ve artık sinirlenebiliyorum. "Niye sinirleniyorsun?" diye soruyorlar. "Çünkü sinir bozucusun" diyorum. Kendime, ömrümün kalanını Chiquita ile beraber geçirememe ihtimalimin olduğunu düşünmeme izin verdiğimde fark ettim ki, hayatta en çok istediğim şey onunla beraber olmaktı. Ama o sırada, başka bir insanoğluna tepki vermenin nasıl bir şey olduğunu öğrenmemiştim. Ve eğer başka bir insana tepki veremiyorsan eylem veya etkileşim ihtimali de olmuyor. Bu da olmuyorsa, o zaman "aşk" kelimesinin görev, mecburiyet, hassasiyet ve korku haricinde bir anlamını bilmiyorumdur. Yani seni bilemem Wally ama ben insan olmayı öğrenmek için kendimi bir nevi antrenman programına soktum. Nasıl bir şeyler hissedebiliyordum? Nelerden hoşlanırdım? Nasıl insanlarla birlikte olmak isterim? Anlatabildim mi? Bunu öğrenebilmem için tek yolun, tüm sesleri kesmek ve sürekli rol yapmayı bırakmak olduğunu düşündüm ve içimdeki sese kulak verdim. Bunu yapman gerektiği bir an geliyor sanırım. Belki belli bir sırada yapılmalıdır, önce Sahra'ya gitmelisindir. Belki evde de yapabilirsin. Ama sesleri susturman gerekiyor.

https://eksisozluk.com/entry/62539571

Çölde Çay

Kum rengi bir hava
karşılıyor bizi
ve Enigma.
Her şey neşeli bir ağıt.
Binlerce küçük pencereli binanın
alacalı ışıkların
içinden geçiyoruz
Kahire'ye varmak için.
Piramit manzaralı
küçük bir oda
Isis'in kanatları altında.
Uyku kum tanrısının işi
Mısır'da.
Enter sandman.
Gece otantik bir film sahnesi.
Oyuncular;
Stella
haşhaş
Mışmış.
Uykuya dalarken bedenler
scarab'lar yürüyor
taş duvarlarda.
Ve kimbilir daha neler oluyor
bizim bilmediğimiz.
Eski Kahire,
çizilmiş gibi uzanıyor önümüzde
papirüse.
Han el-Halili'nin ışıkları
mini tanrılar
renkli pullar
yüzükler, ziller, sesler...
Sokakların keyifli sakinleri.
El Lord sert yap kahvemi.
Ümmü Gülsüm - Enta Omri
İlk akşamın menüsünde ne var?
Sarımsaklı ve domatesli koshari.
27 Ekim 2016
Ölüler şehrini bulduk
Giza'da
bizden gizlense de.
Günlerden doğum günü,
piramitlerin tavafı
ve ölümsüzlüğün formülü
Evelyn O'Connell tarafından.
Firavunlar uyuyor,
Keops'un zulalarında,
her piramit bir prizma.
Güneş'in ışığı yansıyor
develerin yüzüne
Kefren ve hileyle.
Bir Sphinx miyav dedi,
minik kedi kükredi.
Çöl havası bize çok iyi geldi.
Nereden geliyor bu koku?
Üzüm aromalı sisha,
nane yapraklı çay,
yaş 35.
Mumyaya dönüşüyorum
ve mutluyum.
Zamalek'te kutlansın bu,
Gezira Adası'nda,
medeniyetin doğduğu yerden
medeni durumu alkole
Sakara Gold'la nice senelere!
Uber danslar eşliğinde
Mısır Müzesi'nde
Ra'nın gözü üstümüzde.
Stargate'den geçip
zaman değiştiriyoruz
artık
antik
Mısırlıyız
firavunun laneti üstümüzde.
Kendime tabut seçiyorum
Imhotep'in sakalını okşayıp
Nefertiti'yi öpüyorum
şifa niyetine.
Tut beni mabedinde
altın renkli asa
mum
yala
kumul
kımıl
da
diril!
Boris Karloff aşkına!
Atıyoruz kendimizi
ya da ruhumuzdan
geriye kalanları
Tahrir Meydanı'na.
Felfela
falafel
biraz da pita
ellerimde ve ağzımda.
Bir duman kaplamış sokakları
Arabik bir koku bu,
bir dilek
ağır ve baharatlı.
Sürüyorum boynuma
Hareem Nights'ı
buhur suyu
buyur ediyor aşkı.
Ve melekler sevişiyor
cehennemin odalarında
halı kaplı.
Piramitlerde ışık ve ses şovu
kalbimizde teslimiyet.
Ve güneşi batırıyor Hathor,
Nil'in üstünde,
yeniden doğana dek
boynuzlarında.

Thursday, November 17, 2016

Rollercoaster Love Life

"Kabul et işte, ben artık senin bildiğin şey değilim." Leonard Cohen 

Kendimi geceye adıyor
ve suluyorum
kraliçenin sevdiği gibi
bira ve krem
Ay'la!
Bir şeyi çok istiyorsan
istemeye devam et
o seni reddettiğinde bile.
Kara dul gibi istiyorum,
Mary Ann Cotton
ruhuna arsenikle!
Kendime bakıyorum,
rahibeler ve günahkarlar
görüyorum
kara aynada.
Medival aşamasında
adanışın
adonisin.
Mezarlık toprağı,
kuzgun leşi,
kurdele yılanı
bira ve tuz içinde banyo.
Göz bebeklerinin yerinde
küllerimden yapılmış mücevherler var.
Ben bir feri cadısıyım.
Şafakla birlikte
uyanıyor içimdeki tanrıça.

Morrigan


Monday, October 17, 2016

Panteon

Hayat gizemli bir yolculuk,
ıslak nota sehpası
ağır lav lambası
içimdeki işkence.
Hayat dengesiz bir Ay tutulması,
antik mezar kültü
arkaik gülüş
saçlarımdaki yılanlar.
Hayat hummalı bir bekleyiş,
ölü hediyesi
cenaze şöleni
şeytanlarıma melek otu.
Hayat gıdıklayan pembe
saten limon
kıymetli yok oluş. 

Sunday, September 18, 2016

Siyah Ayna

Acı istiyor içim
kötülük istiyor
ağlamak
olay çıkarmak
şeytan azapta gerek. 
Yükler birikmiş
yağmurlar yağmamış
evden hiç çıkılmamış
gibi bir gün.
Tanrıyla baş başa kalınca
herkes seri katil
öyle bir utanma
kendine acıma
cinai haller
ortadan ikiye ayrılma.
Bu kadar iyilik de fazla.

Sunday, September 11, 2016

Korku Tüneli

Bizi zehirliyorlar.
Saplantılarımızı,
zayıf yönlerimizi kullanarak
bizi zehirliyorlar.
Yok edilmeye çalışılan
antik bir vampir gibi.
Eşsiz bir türün
sonunu getirmek gibi.
Kendimizde cevaplayamadığımız soruları
sorarak,
silahsız olduğumuz konuları
bize karşı doğrultularak
sevgimizi kullanarak
zehirliyorlar bizi.
Gücümüz azalıyor,
güçlü ve desteksiz yaşamak istedikçe
zayıflatıyorlar.
Fikirlerini dikkate aldıklarımız
yapıyor bunu.
Yine bizim yüzümüzden yani.
Karanlık bir sabaha
uyanmaya zorluyorlar bizi.

Ne zamanki dinginleşecek her şey
ve gelecek denge
bir sabah
anladım diye uyanmak
Kızılderililerin bilgeliği,
transhuman gibi.
O zaman
sorularıyla
ve yorumlarıyla
veremeyecekler artık
o zehri.

Wednesday, August 03, 2016

Monday, August 01, 2016

Kleopatra'nın İğneleri

Otel odalarını seviyorum.
Uyuyabildiğim tek yer
hiçlik siyahında
tabutumdan sonra.
Mini bar
beyaz çarşaflar
kaynamış havlular
dar balkonlar.
Şehrin göbeğinde
her şey altın
ve kan renginde.
Füj hali.
Pencereden şehri seyretmek
saçlarım ıslak
ayaklarım çıplakken
Nina Simone tadında.
Seni blues'la terk edeceğim...
Kraliyet kadını
kara büyücü
black mamba.
Otel odalarını özlüyorum.
İkinci evim,
oyuncak bebek evi
oyma ustasının kafesi
müzik kutuları
papyonlu bellboylar
fesli maymunlar.
Gece lobide
içki ve terapi,
yeni bir içki için
oda servisi.

Sunday, July 31, 2016

Eloise

Bir baykuş
kanat çırpıyor
elbisesinin eteklerinde.
Satellite Love'ı söylüyor
yalancı rüzgar.
Soğuk bir öpücük
çalı süpürgesi saçlar
kedi tırmalaması
kül gibi kar.
İntihara meylediyor
bütün çatılar.
Sigarası dudağında
kitaplara gömülüyor Eloise,
rest in peace.

Wednesday, July 20, 2016

Artemis

Hiçliğe gir
bırak sessizleşsin her şey
hiçlikten yeniden doğarsın
derin bir nefesle
izin ver hiçliğe
bir anın içinde.

Ve ben şimdi ilerliyorum.

Vampyr

Edvard Munch

Momentum Kapısı/ İnsanlığı Aşmak

"İşte şimdi sizin zamanınız. Çok güzel bir zaman ve biraz da tuhaf." Adamus

Bir zebani tasviri içinde ülke
bense yazları kurulan
rakı masalarını düşlüyorum.
Ruhum gittikçe sivrileşen
gotik katedraller misali.
Ne kadar uzayabilirim daha
benden bağımsız
atmosfere?
Modern zaman büyücüsü
kendisi için realiteler yaratıyor,
güneşli bir öğleden sonrası
gerekmeden hiçbir şey yapması,
gevşiyor.
Esintili bir sal
çırılçıplak
bir de mini bar.
Rakı, barbunya, plazma.
Doğuyor
uzlaştırmaktan uzaklaşıp
su sesi oluyor,
gölcük terapisi.
Sıkışan her şey
dağılsın
satır aralarına,
suyun beyazına,
zebaniler artık
bir fantazma.

Tuesday, July 12, 2016

Helena Mumgagası

Viyana'nın Sisi'si karşılıyor bizi
şehrin kapılarından
uykulu aç girerken.
Yürüyüş yapmayı seviyorum
tıpkı Kant gibi
ya da Walden Gölü'nün kenarında
bir Throeau gibi.
Viyana'yı turluyorum,
Viyanalı gibi.
Kaidesinden el sallıyor
Maria Theresa
hükumet binasının önünde
filozoflar şölende.
Sanat, aşk, müzik var
Mozart şehrinde.
Gün doğmadan önce
Jesse ve Celine'in kahve içtiği yerde
Central Cafe'de.
Gemutlichkeit.
Wiener Prater'in
vintage vagonlarında
mevsim ilkbahar.
Dönme dolap
geçme zaman
her şey böyle güzel.
Korku tünelinde
korkunç bir ara
pub'da sosis ve bira.
Rüya gibisin Viyana.
Kara bulutlar aralanırken,
katedrallerin siyahlığı
çıkıyor ortaya.
Prag dedikleri
gotik kraliçenin heybeti.
Charles Köprüsü'nün azizleri
yıldızlara değerken
Tuna Nehri boş durmuyor
kararmış gümüş grisi.
Eski şehrin saati
iskeletleri çağırıyor.
Absinthe kaşığı,
parfüm şişesi,
işkence müzesi.
Din, dan, don...
Her köşe başı Kafka,
böcek adımlarıyla
Trdelnik versek geçer belki
geçmiyor, dönüşüyor.
Şehir karanlık ve yağmurlu
Tiki Taky'nin
çiçekli tanrılarına rağmen.
Aloha ve nemli hula.
Uçuşuyor pelerinlerimiz
gece turunda.
Her şey ölü beyazı
ve yosun tutmuş.
Şövalyelerin hayaletleri
turluyor kaldırımları
ardımız sıra.
Biraz daha bira,
cips ve biraz daha bira.
Bir melek
annesine sarılmış ağlıyor
Olsany'nin mezarlarında
renkli şekerler
yas kutularında.
Kasvetli kutlama.
Cinler servis yapıyor
Orta Çağ restoranlarında,
ekmeğe saplanan bıçak
kalbimizi hedef alıyor
adeta
feryat çigan
meraklı Pagan.
Reverans Prag'a,
kabuslara ve aşka.
Macar kapıları açıldığında
karşımızda Dracula.
Budapeşte'nin salaş barları
dökülür köpüklü biraları.
Kendimizi bırakıyoruz,
Vlad'ın şatosuna karşı.
Ne güzel ilkbaharda
yüzmek kaynar sularda
ve solumak aynı havayı
Macar lordlarıyla.
Balıkçının kalesinde
dalıp gitmek incili şehre.
Yakıt ikmali için
her benzinlikte bir bira.
Prost, na zdravi ve egeszsegere!
Tüm fantastik kitapların
tam ortasında
Orta Avrupa.

Sunday, July 10, 2016

İncik Kolye

Ondan aldığınız her şeyi geri verin...

Bu sefer
insanların hiç beklemedikleri
bir tepki ver.
Daha önce hiç durmadığın
bir tarafta dur.
Yıkıcı, suçlayıcı, ölümcül
değil
tam tersi
gemileri yakma,
köprüleri yıkma
onar, onar, onar.
Sevmeye çalış,
bir türlü sevemediklerini.
Korkulacak bir şey yokmuş dersin,
her şey bir anda değişir,
aniden günün parlar.

Sur, karmakarışık duygularla bakıyordu çocuklara. Öyle zavallı görünüyorlardı ki. Tüm diklenmesine karşın büyük olan da öyleydi. İçi ezildi. Adını koyamadığı bir eksiklik duygusu büyüdü içinde. Kendisine hiç benzemedikleri öyle açıktı ki. Onlar da çocuktu. Onları da tünelin ağzına getiren nedenler vardı. Ama bunlar çok ayrı nedenlerdi kuşkusuz. Kendisinin hiç bilmediği, ama bundan böyle hep bilmek isteyeceği, asla kayıtsız kalamayacağı nedenler. Artık yaşadığı dünyadan başka dünyalar da olduğunu biliyor. Tanıdığı, o güne dek gördüğü çocuklara benzemeyen çocuklar olduğunu. Yıkanmamış, düzgün elbiseler giymemiş. Kocaman, kara gözlerini kırpmadan kendisine bakan... Çocuklar.

O, yalnızlığının tünelini bulmuştu...

Moon Ritual

Cadı Maki

Her şey çok kolay
uçup gidiyor eski enerji
bir geminin sereninden
kavelanın dibine doğru.
Kalbimin nekropollerinde
yeniden doğuyor hayat
her sabah.
Yalnız olmaya direnmeden,
yalnızlığın girdabında,
yalpalayıp
batmadan.
Bir maymun hayaleti
balinanın dişleri
denizci dövmesi
Chris Priestly'nin dehşet öyküleri. 
Kumsalda
simsiyah taşların arasında
parlıyor
şifa güneşi. 
Zarafet
kolaylık
tam var oluş
neşeli yaratım
salıverme
kabullenme.
Işığın hexagon'u.
Taptaze bir yol
uzanıyor önümde
eski yaraları iyileştiriyor
tuzlu su
ve kötü enerjilere karşı
50+ güneş kremi.
Temmuz'a bırakıyorum kendimi
su gibi.
Tam bu şimdi anında
güzelliği görüyorum.
Agora'nın tüylü melodileri.
Miyaaav...

Saturday, June 25, 2016

Penny Dreadful

Londra'nın sisli ve sinsi sokaklarında
ucuz polisiye romanlar satıyor bir sahaf
sapkın ve gotik romanlar.
Turuncu peluş saçları,
yüzükleri büyük taşlı
piposunda keneviri,
fincanında kahvesi
transa geçerken.
Kendine gece varlığı diyor
ve onlardan biri oluyor her sayfada.
Dorian Gray'in göz alıcı evinde
zevkin elli tonunu yaşıyorlar.
Burada ölüm ve yaşlanmak yok,
sıkılmak var.
Hedonistik dikta.
Kesici ebenin kır evinde 1 hafta,
Vanessa Ives'la
cadılığın incelikleri,
kötülüğün kitabı hakkında.
Bir akrep çiz duvara
kanla
sen sen ol,
sakın onlara uyma
my little scorpion
kara humma.
Kali'nin küvetinde siyah sigara içiyor,
vodoo bebekleri
ve cadı kızları.
Lucifer, şeytanın anası.
Sonra yolculuğu devam ediyor,
Adriyatik Denizi'nden,
Frankenstein'ın mozolesine.
Electric blue
var oluşsal kramplar
göz yaşı, göz yaşı, göz yaşı.
Vampirler şeytanlara karşı.
Demimonde.
Bir akıl hastanesinin beyaz odasında
John Clare'le sohbette.
Bir müzenin taxidermy bölümünde
Dracula'yla sohbette.
Biraz daha gizem
Joan of Arc azizeliği.
Saklanmak,
ne olduğunu inkar etmek değil
çıkıp dans etmek zamanı.
The Creature'dan Miss Ives'a
beşikten mezara
lanetten kehanete.
Sisler çekilecek,
gürbüz bebekler doğacak,
hayat normale dönecekti.
Tıpkı Tarot'ta dediği gibi:
Tahmin edilebilirdi.

Zambak bırakıyor sahaf
mezarının üstüne
gece gelenin.
Huzurla...

The End

Wednesday, June 15, 2016

The Creature

"Bir bakar mısınız Miss Ives. Lütfen. Siz busunuz. Lütfen unutmayın."

Hep saklanmak zorunda mıyım
olduğum kişi olmaktan?
Buzullar, çıkmaz sokaklar, tavanarası.
Yeniden yaratılmanın
yeniden sancısı.
Acılar katlandı
acılara katlandım.
Kan, et, kesikler ve yanıklar.
Göz yaşından yaratıldım
yüksek voltaj elektrikle
ve yalnızlıkla.
Fakat kimse
düşünmek zorunda kalmadı
hayatı
benim kadar.
Hiçbir melek
düşmedi bu kadar
ağır ve zahmetli.
Şimdi sohbetler ediyorum
şeytanın annesiyle
ve dansa katılıyorum
yüzümün ölü derisiyle.

Ruhumu Besliyorum

Ruhumun karanlık dehlizlerine
tüpsüz dalıyorum
ve bu çok hoşuma gidiyor.
Bundan fazlası
kirazdaki çilek tadı
olduğumu biliyorum.
Bir kitabın satırlarında,
bir dizinin senaryosunda,
bir şarkının sözlerinde,
ruhuma açılan bütün kapılarda,
beni bekleyen bir hikaye.
Kendi içime baktığımda
uçurumlar görüyorum,
çiçeklenerek büyüyen.
Percy Shelley'nin Cerberus'ları.
Yarasa, tilki, örümcek, sıçan, akrep
tüm gece yaratıkları.
Çirkin
istisnai
kırık şeyler
sevilmeyen
hepsini seviyorum.
Kendimi kabul ediyorum.
Hassas kalbimi,
nazik doğamı
ve karanlığımı.
"Penny Dreadful"un
gölge dünyası,
Radiohead'in vesvesesi
beni besliyor.
Yaramaz bir Hint tanrıçasıyım
hala bazı şeylerin
bana uymadığını görmek için
deniyorum.
Yakıldığımı
ama yanmadığımı biliyorum.

Lucifera

"Yatağımı, kara ölümün kazandığı zaferlerin kaydını tuttuğu mezarlara ve tabutlara yapıyorum." Percy Shelley

Tuesday, May 24, 2016

Dark Side of the Mood

Beni aşırı rahatlatan şeyler: Sutyen takmamak, temiz çarşaf, nemlendirici krem, buzlu ve limonlu her şey, freelance işlerimin bitmesi.

Uçlardayım. Markete giderken tinerci, partiye giderken abiyeyim. Ortası yok.

Her şeyin uzununu ve sivrisini seviyorum. Ucu yukarıya doğru sivriltilmiş eyeliner, sivri ve yüksek topuklar, uzun fırçalar, çatallar, chopstick'ler ve saç tokaları.

Bu ara keyif verici şeyler: "Penny Dreadful"un derinlikli diyalogları, her şeye cin katmak, insanları unfollow etmek hatta bloklamak, Seth Rogen filmleri, kursa mursa gitmeden tutorial videolardan her şeyi öğrenmek ve eşekherif.

Son zamanlarda en çok zevk aldığım şeyler: Kore filmleri, Kozel Dark, Snapchat ve laiklik.

Kışları gotik ve soğuk, yazları pin-up ve güneşli.

Bira şişesi, zarf açacağı, vintage oyuncak bebek, komikli kartpostal, şaka gözlüğü, tropikal krem, sigara paketi, çikolata paketi, boş parfüm şişesi, kitsch çanta, erotik materyal, korkunçlu çizgi roman, büyük şapka, gotik bardak koleksiyonum var.

Peygamberim İstiklal Caddesi'nde bornozla gezen adam,
en büyük motivasyonum OHAL,
bir numaralı meditasyonum cacık meditasyonu.

Hayatta yapmaktan asla sıkılmadığım şeyler gezmek ve film izlemek. Sadece bu ikisini yaparak yaşayabilirim. Çok seviyorum.

Ya ölene kadar film anlatacağım ya da film izlerken öleceğim ben.

Ülke iyiye gitmiyordu, benim kalbim kırıktı, hayat tam bir muallaktı, bunlar iyi günler değildi, yılgınlık yaklaşıyordu.

Saturday, May 21, 2016

Sad

Sadri Alışık'la, salaş bir meyhanede, karşılıklı rakı içmek isterdim.
Derinlikli ve delirmeli bir sohbet,
koyu bir rakı,
parlak yeşil bir meze,
acılardan ve neşelerden bir demet
söverek, sövüşerek, sevişerek.
Bundan böyle ve buna rağmen
hikayesi olmayan,
Matrix bebekleriyiz biz
gettonun gamlı baykuşları,
medeniyetin kibirli kumkumaları,
yıkayınca geçmeyen
yağlı var oluş sancısı.
İnce bardakların sesi
ince düşüncelerin sesine karışsın isterdim
Sad şarkı söylesin bize.
Bir kasa buz,
kan kırmızısı şalgam suyu
varmış da
menekşe gözlerde hiç vefa yokmuş
mirim.

Saturday, May 14, 2016

Nocturnal Lactose

Tüm bedenimle karanlık geceye doğru uzuyorum.
Acı ve görünmezlik çekiyor saçlarımı kendine doğru
koyu renkli bir düş gibi. 
Nereye baksam siyah, siyah, siyah.
Göz kapaklarım ağırlaşıyor
bu sefer kendimi uyandıramıyorum
beni almak için uzanan elleri bekliyorum,
yere alçalan ters bir İsa gibi.

Meyve Yarasası

Pasta kokulu rujumu sürdüm
ananaslı cinimi içip
Christopher Lee'den
Dracula'yı dinliyorum.
Bebe yağı yumuşaklığında bir cildim
ve korkutucu düşüncelerim var.
Iwan Rheon'un çirkin seksiliğini,
şaraba buz atılması gerektiğini
ve gezilerimde yaşadığım mutlu anları
düşünüyorum.
Mat ojeleri,
canlı bir birayı,
Thoreau'nun yeşillenmiş cümlelerini.
Dev ağaçlar ve tuhaf hayvanlar arasında
yazın davetini.
"Radiohead - Daydreaming" geçiyor içimden
var oluşun hüznü
hiçliğin aşkınlığı.
Pür tavuskuşu,
mürdüm krema,
leopar kanatlı,
alaycı yarasa.

Swamp Queen

Misty Day, mezarlıkları dolaşır öğleden sonra
ruhları ve çiçekleri toplar
yaşama döndürür sonra.
Kuş kanadından şalı
sihirbaz şapkasıyla.
An'a hapsolmaktan korkar en çok
ve bir kurbağanın incinmesinden.
Bataklıkta açan bir begonvil,
Stevie Nicks'in çingene damarı,
70'lerin boho cadısı.
Dumandan bir tabutta,
ağlar dünyaya.

Monday, April 18, 2016

Echeveria

Ayrılığın melankolisi mi, yoksa yeninin daveti mi?
Eski alışkanlıkları,
eski evi,
eski enerjileri,
eskiden bahsetmeyi terk etmek.
Flüt, elveda deme teklifi.
Gitme vaktinin geldiğini bilmek.
Gitmek istemek ama yine de üzgün hissetmek.
Ve şimdi yeni geliyor.
Barış içinde,
kuvvet olmadan,
sessiz ve zarif.
Onu ne kadar çok düşündün,
onun için dövüştün.
Oysa o basitçe orada.

Tuesday, April 05, 2016

Friday, March 25, 2016

Wednesday, March 23, 2016

Mayıs Kraliçesi

"Önümüzdeki bizi bekleyen devrim, bu kez emekten yana değil doğadan yanadır. Emek kavramı bir önceki düzeni yeniden üreten bir kavramdır. Oysa doğa ile uyumlanmada emek insanlık için angaryanın içindedir ve bundan kaçınılmaz. Pagan aydın kapitalist üretim tarzının tam olarak yıkılmasını ve belki de felaket sonrası çağının kurulmasını üstlenecek olan kişidir. Bu bağlamda Pagan, doğada yaşayabilmek ve onunla uyumlanabilmek için gerekli donanımı kendisinde bulunduran kişidir." Paganizm, Erhan Altunay

Beni bir ağacın sesi uyandırdı,
kuru toprakla ve silikon yorganla
örtülü yatağımdan.
Alarmı 5 dakikada bir ertelemem
bir işe yaramadı.
Baharın gelişi gibi
uyandım.
Bu ağaç, meselesi olan bir ağaçtı.
Van Gogh'un zeytin ağaçları,
Darren Aronofsky'nin havada asılı ağacı gibi.
Kökleri dünyanın tersine uzanıyordu,
yaprakları cadıların kafalarında taçtı.
Alnımızda bitkilerden bir çember,
Yule'a doğru can atan vikayız.
Birilerini fena halde kızdırmıştı.
Kuş, kedi, balık, insan, şempanze
doğal dünyanın ritmiyle
uyum içinde.
Bu çağrıyla birlikte
güneş geri döndü,
tanrıçanın kemikleri ısındı,
hayaller toprağa atıldı,
filiz verdi
soya çeken
soya filizleri.
Büyümenin bitişi,
sonun başlangıcı,
bu daha başlangıç,
mimik yaptı su kabakları.
Bu çağrıyla birlikte
tencere tavalar vuruldu pencerelerde
Sebt gününde.
Hayat kıvılcımı fallus
anarşist uterus.
İlişki durumu alnı açık.
Eril, dişil, turuncu
tüylü, kılçıklı, kuyruklu
pilli, benli, ekşi.
İçimden üçgenler geçti.
Ay'ın tamamlanması gibi
tamamlandığımı hissettim.
Kudurarak
çiçek açarak
tamamlandım.
Su gibi tinsel
toprak gibi tembel
hava gibi Blue Hawaii
ateş gibi plastik mermi
ruh gibi afacan.
Cinleri kovmak için kapına çuha çiçeği koy.
Sisten korunmak için deniz gözlüğü tak.
Ağaç beni çağırmayı
alışkanlık haline getirdi.
Betonda bakla yetişmiyordu çünkü.
Ve maske bana çok yakışıyordu.
Bir de ormanlara karşı
derin ve içten bir sevgi besliyordum.
Münzevi fenomen,
takma tırnaklı naturalist.
Havada şenlik ateşleri yakıldı,
havanda su dövüldü.
Bilmem kaçıncı defa.
ağaç ruhu kazandı.
Özgürlük, havasındaydı.
Ağacın uyandırma servisi
bir mürekkep gibi yayıldı.
Görünmezlik iksiri,
Alice'in yenmeye istekli keki,
Maurice Sendak'ın vahşiliği gibi.
Hasadını verdi
aşkın ilk ekini.
Yine meyvelendi greenwood dalları.
Zaten hep serindi İzlanda yaylaları.
Beyaz başlık taktı tarla perisi
çalı süpürgesinden papyon yaptı,
boynuzlu tanrıya göz kırptı.
Ölülerle aramızdaki peçe inceldi.
Ben yatağımı toplamadan evden çıktım.
Kendi deneyimim
ve en sevdiğim elbisemin içinde
faşizme karşı
yüz yüze.
kötülük Valdemort gibi palazlanırken
alnında şimşekler çakan,
büyücülerin izinde.
Çünkü kült tanrıça asla ölmez,
her Haziran'da yeniden dirilir,
bunu bütün wicker man'ler bilir.
Ebedi yaşam döngüsündeki yerini anla.
Kendini toprak anadan ayrı tutma.
Insomnia!
Yaşam çarkı,
bütün çarklardan büyüktü
ve beni bir ağaç büyüttü.

Tatami Room

Her şeyin yolunda gitmesi hüznü,
herkes uyurken
uyanmışlığın yalnızlığı.
Kozmolojik mandala.
Uyuyarak var olmaya ara vermeli
ölerek yenilenmeli.
Yüksel, dinleme çukurları, diyor Dante.
Yüksek bilinçle doğmuşum ben.
Karanlığa kapılmıyorum.
Zaaflarımı zırha dönüştürüyorum.
Chainmail güç.
Ödül ve ceza bir.
Heyulalar dünyası,
göreceli güzellikler karnavalı.
Yaşama sevinci
yaşamı sevince düzene giriyor.
İnsanların kutuları var,
benim filmlerim.
İçimde spiraller,
dağdaki tek evim.

Tuesday, March 15, 2016

Cadı Çukuru

Kupala'yım ben
büyü, seks ve yaz tanrıçası
su ve nehirlerin anası.
İyot çekiyorum içime,
bir rüyanın çemberinde.
Ormanda yürüyorum,
ağaçların fısıltısı,
toprağın nemi,
perilerin memeleri.
Kokomama'yım ben.
Inkaların incisi
seks delisi.
Yüzüyorum
hiçlik makamının deltasında.

Tuesday, January 26, 2016

Kutsal Fahişe

Uschi Obermaier'in kakaolu krapeli saçları,
Hitit madalyonu,
holi etekleri,
her şeyi istemesi:
Para, aşk, marijuana, Mick Jagger.
Güneş tanrıçası Arinna,
Vishnu'nun tapınağında,
ellerinde kanlı kına.
Ateşe yalvarıyor.
Çirkin bir erkek öldürülecek
külleri kağıda sarılıp içilecek
ve şeytana sempati beslenecek.
Vahşi, tiki ve edebi.
Lanetliyorum seni.
Artık yanmaya hazırsın
denizin sutyensiz sularında
katil hippi.

Pervert

Marie Antoinette'in pembe fiyonklu jartiyeri,
cam makaronlar,
lateks portakallar,
çilekler,
çiçekler.
Dudağının kenarındaki kremayı
yalarken,
bir kutu Bruges çikolatası
ve bir bardak Moet şampanyası
döktü üstüne.
Ekmek bulamıyorlarsa,
pasta yalasınlar.
Dilini çıkardı arşidüke
halka
ve pembe külodunu gösterdi,
gül kurusu kirpikleri ıslandı,
eteğinin altında.
Sıkılmaktan çok korkuyorum.
Orgazm
pudralı puflardı
altın tablolardı
kırbacının tüyleriyle
kendini avutan.
Boş vermişlik, gemiler, sefa ve seks
saçlarının
süslerinde
peruğu,
herkes görsün diye.
Maskesini altında çocuktu
ciddi dünyanın giyotini,
kafasını vurmadan önce.
Siz zevksizsiniz,
Sizin tek derdiniz hayatta kalmak.
Siz tatmin olmayı hak etmiyorsunuz.
Kanla ıslandı
ekmek parçaları.
Artık herkes doyacak.

Friday, January 22, 2016

Liz Taylor, Beautiful Creature

Dünya seni görmediğinde,
sen her şeyi görürsün.
Deniz kızı Ponyo insan olduğunda,
Liz Taylor pullarını giydi.
Saçlarını sıfıra vurdu,
büyük küpeler taktı,
buzsuz içkiler yaptı
hayaletlere
katillere
kontese.
Cortez'in Kleopatrası,
otelin Hollywood prensesi
bir eldivenin tırnaklarıyla uğurlandı
sonsuzluğa
ve bir erkeğin 
ruhuyla huzur buldu
sonunda.
Dönüşümün
koridorları uzun 
ve korkutucu.
Gerçeğin dili taşaklı.
Ulysses,
gözünü kapat ve gör
mavi kuşlara benzeyen göz kapaklarını,
eyeliner'ının ucu
kedi kuyruğu
daha sivri egosundan
Tristan.
Cesaretinin bir tarzı var.
Bıçaklı, baltalı ve havalı.
Devil's final night.
Aşk nefretten daha çok şey öldürür.
Kes beni, Dior akar,
John Lowe'dan aşka dönüşen her şey.

Friday, January 15, 2016

Efsunkar

Sen hata yapamazsın
yazar şaudlarda.
Aradığın çözümü
bulamayacaksın
sabah olmadan,
sis dağılacak
ve zaten olanı
farklı görmeye başlayacaksın.
Düşünmüyorum, biliyorum buyurdu
Ninkasi
köpürürken gecenin sisi.
Zarafetle kesiyorum bağları,
kendimle olan şeyler
dışındaki şeylerle.
Cesur,
deli,
dore.
İtme
zormala
yok.
Yargılamıyor
denizlerin yükselişini,
bencilliğini rüzgarın.
Düzeltilecek hiçbir şey yok
tek şey bile.
Yıkımları yaşamadıkça
hayat değişmez,
aynı kalıplar sefildir.
Parçalanıyorum
Klangnomad üçgenine.

Friday, January 08, 2016

Kapatın ışıkları!

Kendimi tamamlarken,
rahatsız edilmek istemem.
Düşsel kişisel evrenimde
karanlığın sesleri
bambuların seslerine karışır. 
Bir çiğ düşer içkime
biraz kan ve deri parçası
yeniden doğuşumu kutlarım.
Derin bir ormanda
cam bir kozanın içinde
tanrıça başlarıyla birlikte.
Gücünü serbest bırak!

Yurei

Zaaflarına bir kabul, hatalarına bir ödül, sevgisizliğine bir lol verdim.
Artık geri veremem,
bende kalan filmlerini, kitaplarını, ketçabını.
Geri veremezsin aldıklarını,
fişin yoksa.
Geri verilmez hiçbir saç tokası.
Yokluğuma emanet et,
sende benden yalanları.
Her şeyi yala.
Bana beni bende benden.
Bir şansım olsun,
en büyük ikramiyesinden.
Doğru yer, doğru zaman,
sessiz ömrüm olsun.

Sion Sono Zamanları

Yalnız ve sessiz, istediğim sadece buydu.
Uzay boşluğunda,
dünya yüzeyini seyretmek gibi.
Her şey çıtyok.
Karanlık ve kararlı.
Ezoterik, egzotik ve erotik.
Ama değil.
Gürültünün illa bir sesi olması gerekmiyor.
Görüntü yeni gürültü.
Sosyal medya,
televizyon,
parlayan bütün ekranlar.
Paranoya,
insomnia
anne, baba.
Çok sesli cinnet korosu.
Şaraba sarılmak,
şarkılara,
sıcak suya,
yangına
meditasyonlara.
Devirdaim bir gürültü.
Saat sesi,
endişe sesi,
belirsizlik sesi,
sıkılma sesi.
Yalnız ve sessiz,
yalnız, sessiz ve çaresiz.
Durgun, buruk, isteksiz.

"It's about understanding that no matter what label is thrown your way, only you can define yourself." The DUFF

Kendinle olmak,
yalnız ve sessiz
buydu.
İfade etmek
gözler önünde,
değil
beğenilsin diye.
Şimdinin dibinden
eski ilgilerin içinden
yeni şeyler çıkabilirdi
daha önce hiç fark etmediğin
bir yol mutlaka vardı
bulabilirdin.
Sion Sono'nun bambu aşkları
cyberpunk sokaklar,
gecenin kadınları,
neonların erkekleri,
soğuk balıklar,
balık sosları,
chopstik dinlendirme aparatı.
Kan ve wakame.
Kılıktan kılığa giren,
Sasori siyahlığında,
üç zamanın içinde,
sentez bir hikaye.
Aşk Oteli'nde Asyalı bir trans,
Çin'de bir evin köşesinde maneki neko,
bir mangada mecha,
Chinatown'da pazar alışverişi,
Tayland'da bira...

Pagan bir kitabın
kutsal sayfalarıyla
özüme bağlandım.
Ben bildiğim her şeyim,
öğrendiğim her şey
yarattığım her şey,
olmak istediğim,
yarım kalan heveslerim.
Kontrol,
askerlik,
mükemmellik
denge.
Zaaflarım,
sıkıntılarım,
takıntılarım
başımdaki tacım.
Pişirme kağıdında fırtına,
cacıktan kalp.

Gurme Suicide

Erik sosuna batırılmış kibir.
Kurutulmuş limon otu ve gelecek planları.
Liçi meyvesi, hiçlik evresi.
Palmiye şekeri eklenmiş tatsızlık.
Tofu sertliği,
ekmek kırıntısı, umut kırıntısı, pad thai.
Siyah fasulye, beyaz yalanlar.
Pilav pişiricide bekletilmiş
kararmış,
solmuş,
seksler.
Soba noodle'ında yanmış yarınlar.
Su kestanesi, ölüm mektubu, maktul,
cinayet aleti, çocuk iskeleti, deri,
sushi bıçağıyla yarılmış hayvan cesedi.
Yosun kaplı yalnızlık.
Tam tahıllı sessizlik.
Karabasan basmati.
Tempura unu, temple of the un.
Tom yum, ben sen.
Tabaklarda yasemin pirinci,
gönüllerde ölüm sevinci.
Yoğunlaştırılmış süt,
yoğunlaştırılmış kalp,
yüzeysel neşe.
Teriyaki sosuna batırılmış intihar.