Thursday, December 24, 2020

Wednesday, December 23, 2020

Wednesday, December 16, 2020

Adamantin

Tatlı bir çan sesi
içinde yüksük otu var belli
küçük halkları çağırmak için.
Beni göremezler zaten
şeytan fırçası takılı saçımda.
Ağzımda böğürtlenler var.
Onları görmek için 
kilitli sandıkları aç,
altın bir bıçakla kes
yapraklarını ve 
gözünü budaktan sakınma. 
Unutma, perilerin lisanı bu.
Cennetteki şeytanın gözü.
Kalbin feng shui’si.
Suların çağladığı yerde
hiçbir mum yanmamalı. 

Aeterna

Seidr büyüsü yapan Völva,
teatral bir cadıyım ben.
Olmakta olanın içinde,
zamansız bir biçimde var olan.
Merlin'im ben
bir hodan çiçeği.
İyiye bakan, zor kısmı gören, zorluklara şefkat duyan
meleksel bir perspektiften.
Kararsızlıklarımı ay suyuyla yıkarım.
Bu yüzden düzensizdir esbatlarım. 
Çocuksu,
çatlak,
hayalbaz,
işveli,
ciddi.
İşte benim pentaklım.
Kendi kuyruğunu ısıran yılanım.
Bir anında huzur arayan
diğer anında şikayetçi, özgürlük isteyen.
Uçarı ve tutarsız bir karakter.
Buda’nın kadınsı bilgelik gözleri 
hep açık olan.
Başımda biberiyeden bir çelenk.
Ona derin bir nefes:
hayatın girift esrikliğine,
uğursuz güzelliğine,
ametist enerjiye,
düşünmemeye.
Anılar sadece fevkalade muazzam sigiller
korkuyla lanetleyen.
Anılarımı adaçayı tütsüsüyle arındırırım.
Düşüncelerimi yastık altında kendime uyumlarım.
Gayet gerçek fantezilerin 
zamansız deneyimlerinin güzelliği ile
semersiz yaşarım.
İşte benim serafinim.
Ben yine bir aşk kadar gencim
ve bir goblin kadar kadim. 

"Zihin; aslında her şey eski anıların duyularına dayalı olduğu halde, insanlar bunun mantık olduğunu düşündüklerinde, mantıklı yaşadıklarında ve bunun zekilik ve mantıklılık olduğunu iddia ettiklerinde çıldırır. Bana göre bu üzücüdür. Sıkıcıdır." Adamus Saint-Germain 

Sunday, December 13, 2020

Münzevi Cadı

Hayat mahzen mezar
bir durağanlık içinde
gizli hazineler barındıran.
Sere serpe uzanmış bir cariyenin
esrikliği var üzerimde
yağmurlu günlerin bir başınalığında.
Sözler değişiyor,
değişiyor anlamı dokunuşların.
Zaman, hayatta kalmaya çalışıyor
tüm bu hematit matrikste. 
Bazen bir kitap oluyor 
gözeneklerini dolduran uzamın.
O zaman her şey daha eflatuni.
Bir kitap bütün gün oyalamaya yetiyor beni.
Cennet yıkılsa bile
adil olmalı hayat.
Yanlış giden bir çakranın laneti
-belki de romantik bir lanettir bu-
soluyor içimde:
Sitrin, sitrin, sitrin...
Bazen duruyor hayat.
çekilmez bir biçimde. 
İşte tam da o zamanlarda 
oksijenim sinemasal diyarlar oluyor 
o tamahkar an içinde
rüyalarda da devam eden
gerçek gibi gelen
yolculuğu başlıyor benin. 
Belki de ben hiç gelmedim bu dünyaya.
Belki de çıkıp giderim.
Zamanı geriye sarabilir miyim?
Peki, bunu istiyor muyum? 
Her şeyin gerçek olduğuna 
inandırmak üzereyken kendimi
vazgeçiyorum mürden.
Bir ilham perisine dönüşüyor edebi hayat.
Kalemin ucundan damlayan ejderha kanına da bak.
Mütehassıs dumanları içime çekiyorum,
Roma ruhunda sofralarda demleniyorum,
cildimi maskelerle iyileştiriyorum 
commedia dell'arte palyaçosu gibi.
Dorian Gray'in saf enerjisi bu
renginden tanıyorum. 
Faili meçhul turuncu. 
Kendine bir amaç bulmaya çalışan
amaçsızlık okyanusunda zevke dalan
geçmişsiz,
geçimsiz,
niyetsiz,
kimsesiz.
Siz, sizi, sızı...
Böyle hayalet sesler,
duyuluyor zaman boşluğundan.
Ah keşke bir çocuk olsam...
Hayat dev bir hag oluyor
ortasındaki delikten
cadılar görünen. 
Kederi boğuyor tentürü şimdinin.
İşte o zamanlarda
içimde bir kalp
-benimki olmayabilir de-
çok enteresan tınlıyor tavında:
Şa-ka-yık!
Şa-ka-yık!
Şa-ka-yık!