Sunday, December 13, 2020

Münzevi Cadı

Hayat mahzen mezar
bir durağanlık içinde
gizli hazineler barındıran.
Sere serpe uzanmış bir cariyenin
esrikliği var üzerimde
yağmurlu günlerin bir başınalığında.
Sözler değişiyor,
değişiyor anlamı dokunuşların.
Zaman, hayatta kalmaya çalışıyor
tüm bu hematit matrikste. 
Bazen bir kitap oluyor 
gözeneklerini dolduran uzamın.
O zaman her şey daha eflatuni.
Bir kitap bütün gün oyalamaya yetiyor beni.
Cennet yıkılsa bile
adil olmalı hayat.
Yanlış giden bir çakranın laneti
-belki de romantik bir lanettir bu-
soluyor içimde:
Sitrin, sitrin, sitrin...
Bazen duruyor hayat.
çekilmez bir biçimde. 
İşte tam da o zamanlarda 
oksijenim sinemasal diyarlar oluyor 
o tamahkar an içinde
rüyalarda da devam eden
gerçek gibi gelen
yolculuğu başlıyor benin. 
Belki de ben hiç gelmedim bu dünyaya.
Belki de çıkıp giderim.
Zamanı geriye sarabilir miyim?
Peki, bunu istiyor muyum? 
Her şeyin gerçek olduğuna 
inandırmak üzereyken kendimi
vazgeçiyorum mürden.
Bir ilham perisine dönüşüyor edebi hayat.
Kalemin ucundan damlayan ejderha kanına da bak.
Mütehassıs dumanları içime çekiyorum,
Roma ruhunda sofralarda demleniyorum,
cildimi maskelerle iyileştiriyorum 
commedia dell'arte palyaçosu gibi.
Dorian Gray'in saf enerjisi bu
renginden tanıyorum. 
Faili meçhul turuncu. 
Kendine bir amaç bulmaya çalışan
amaçsızlık okyanusunda zevke dalan
geçmişsiz,
geçimsiz,
niyetsiz,
kimsesiz.
Siz, sizi, sızı...
Böyle hayalet sesler,
duyuluyor zaman boşluğundan.
Ah keşke bir çocuk olsam...
Hayat dev bir hag oluyor
ortasındaki delikten
cadılar görünen. 
Kederi boğuyor tentürü şimdinin.
İşte o zamanlarda
içimde bir kalp
-benimki olmayabilir de-
çok enteresan tınlıyor tavında:
Şa-ka-yık!
Şa-ka-yık!
Şa-ka-yık!