Gümüş misali parlayan denizin çağrısı
iz bırakan güneşin kubbesinde
korkutucu ve büyüleyici gizem.
Tatil, sonu gelmeyen bir eğlence
cinlerin adasında.
Dinlenmek mi? Asla!
Teni gıdıklayan güvercin kanadı rüzgar
en doğrusunu bilir.
Saten hisli deniz,
mimozaların kokusu,
Art Nouveau evler...
bunlardı aklımda kalanlar
Nut'un kanatları altında.
İsa'nın tepesine çıkar
kırmızı bir ip
dizleri üstünde.
Tam orada kanatlarımı açıp
kucaklaşırım onunla.
Her şey bir ve bütün.
Yazın telaşsız tembelliği,
her şey makbul.
Sadece tanrılar çabalar,
zevkine düşkünlerdir
zamansız yaşayanlar.
Benim kanım, benim bedenim, benim maceram.
Kadehlerce rakı
tanrıçalara ikram edilmeli
martıların koruduğu
sahil sunaklarında.
Ve sohbetler, dilekler gönderilmeli
ormanlardaki tahtlarına.
Boynumu okşayan esinti,
beyaz evlerden süzülen hayaletler mi?
Yıldızlarla bezeli Agopyan Köşkü,
yeni gotik Mizzi Köşkü
camekanından yaz geceleri
teleskopla yıldızların seyredildiği,
bir periler rasathanesi.
Manzara kulesinden dört taraf deniz
Stefanidis Köşkü'nün.
Ve Sabuncakis Köşkü
gözlü ev, arılı ev, masonik de la maison.
Üçgen içinde göz,
kutsal üçlülerin isimleri.
Bu ahşap mit hiç bitmemeli.
Bir Rum kadınıyım ben,
prenslerin sürgün yerinde
büyük şapkam ve siyah elbisemle.
Hafiflere has sarhoşluk var üstümde.
Yetimhanenin yelinde,
parkında, burnunda,
cambazların heyulasında.
Bir sihir var Prinkipos'ta.